20 Mart 2018 Salı

MAKLUBENİN ÖLÜMCÜL SIRRI

Hafta sonu her zaman yaptığım gibi yine kendimi Arvalap Adasına attım. Ne zaman canım daralsa benim için her açıdan bir sığınaktır Arvalap. Palavra dünyanın dertleriyle boğuşamayacak olduğumda kaçıveririm oraya. Sadece ben mi? Memleketin ne kadar dertli adamı varsa bir şekilde adaya sığınmak durumundadırlar.
Adaya henüz adım atmıştım ki cep telefonum çaldı. Bilinmeyen numaradan birisi arıyordu. Huyum kurusun telefonlara bakmama gibi bir özelliğim olduğundan "alo" dedim arayan sese.
"Abi" dedi ses. "Ben Mehmet Aydın" Hafıza kartım devreye girdi saniyeler içinde sorgulamaya başladım. Kim lan Mehmet Aydın?"
En az bu isimde 15 kişi tanımışlığım vardır. Ki sanırım bu isim ve soyisimden çok sayıda insan vardır Türkiye'de. Ben motoru yakmadan arayan kişi insaf ehli bir tavırla "Ben abi. Çiftlikbank'ın patronu. Uruguay'dan arıyorum. Korkma abi faturana fazla yazmaz. Olayları takip ediyorsundur basından. Abi müsaadenle Arvalap Adasına sığınmak istiyorum." diyerek hem beni merak illetinden kurtardı hem de meramını ortaya koydu. Uzun uzun konuştuk. Detaya girmeyeceğim. Ama bu zeki tombilinin böylesi bir sonla bu hikayeye konu olması beni üzdü açıkçası.
Aynı üzüntüyü Fetö döneminde de yaşadım. Dünyanın 170 ülkesine meyleden bir yapının bir ihtiyarın insafına terki, alamet olarak böylesi bir alçaklığa da sebep olacağının işaretlerini taşıyordu. Biz nedense nedensellik kapsamında düşünen beyinler yetiştiremiyoruz. Müthiş potansiyelliğe gebe malzemeler var bu topraklarda, lakin...
Devletin hantallığı ve idraksizliği, milletin de cehalet ve tembelliği iyiniyetli ya da kötü...çokça fikre münbit ortam sunmaktadır. Fırsatlar için bereketli topraklardayız.
Bu hikayede konumuz ne çiftlik, ne bank ne de sığırlar.
Söylemişmiydim, herkesin Arvalap'ı kendine diye? Ama bir şekilde başka Arvalap'ların mukimleriyle de haşır-neşir olursunuz bu dünyada.
Akşam saati biraz soluklanmak için sahilde yürüyüşe çıktım. Nerde bir su birikintisi görsem taş kaydırmaya bayılırım. Biraz yürüdükten sonra bir avucuma doldurduğum taşları diğer elimle bir bir denize doğru fırlatmaya başladım. Ne kadar oyalandım bilemiyorum ama arkamdan gelen selam sesiyle kendime geldim.
"Selamun Aleykum!"
Selamı cevaplayarak arkama döndüm. "Aleykumselam!" Baktım gelen Reis. Gülümseyerek "Nasıl gidiyor Çizgiroman Okulu" dedi. Ah be reis!
"BİR ADAMA BU KADAR YÜKLENİLMEZ Kİ! ORAYA KOŞ, BURAYA KOŞ REİS. PARTİNİN İŞLERİNİ HALLET, HÜKÜMETE ÇEKİDÜZEN VER, YEDİ DÜVELLE BOĞUŞ, YURT DIŞINA GİT İLİŞKİLERİMİZİ GELİŞTİR.
ULAN ALLAHSIZ'LAR...
OTURDUĞUNUZ MAKAMLARIN HAKKINI VERİN. HERKES BULUNDUĞU MAKAMIN TAYYİB'İ OLMADIKÇA KOLAY MI AYDINLIK GÜZEL GÜNLER? Benim Çizgiroman Okulunu bile takip ediyor adamcağız." Anlık, bu düşüncenin girdabından hemence toparladım kendimi.
"Reis...Duacınızım" diye bir ses döküldü usulca dudaklarımdan. Akşam ezanı okunuyordu. Tertemiz denizden aldık abdestimizi. Hemen az ötedeki Selçuklulardan kalmış küçük camide kıldık namazımızı. Namaz sonrası cemaatle çay eşliğinde sohbete koyulduk. Özellikle dinde güncelleme meselesini konuştuk bir süre. Dinde değilde dindarlarda algı güncellemesi şekilde anlaşılması gerektiğine dair bir neticeyle bitiverdi sohbetimiz.
Dedim "reis müsaadenle size yemek ısmarlamak istiyorum." Selamlaşarak ayrıldık cemaatin yanından. Temenniler vardı içimde. "Ey Müslümanlar! Artık aklınızı kiraya vermekten vazgeçin. İmtihanda olan sizsiniz. Kimse sizin günahınızın kefili olamaz. Allah'ın kitabını okuyun, anlayın. Efendimizin Sünneti ölçüsünde bir hayat tarzınız olsun. İslam'ın geleneğini baz alın. Din üzerinden geçim yapanları ciddiye almayın.Bizi en çok Allah üzerinden kandırmaktalar."
Caminin de içinde bulunduğu alan Arvalap'ın merkezi. Koca çınar ağaçları, Arnavut kaldırımlar, küçük esnaf dükkanları ve insanların ayaklarının aralarında dolaşan sarman ve tekir kediler, ihtiyar sokak köpekleri...Adaya sıcaklığı veren aslında bu görüntüler. Ahşap bir lokantada soluklandık.
Lokanta sahibinin içten gülümsemesiyle tahtadan sandalyelerde yerimizi aldık. Siparişimizi verdik.
Masa donatıldı. Kavurma, pilav, yoğurt ve salatadan ibaret menümüz iştah açıcıydı.
"Reis" dedim. "Birşey dikkatinizi çekti mi?"
Gülümsedi. Cevap vermesini beklemeden ben konuşmamı sürdürdüm.
"İşte" dedim. "Fetö denilen bir zamanların hoca efendisi insanların beynini işte bu menüyle yıkadı. Masada gördüğünüz bu yemekleri bir tepsi ile sunumlandırdı. İsmine de Maklube dedi. Terse çevirmek manasına olan bu yemekle önce kursaklarından yakaladı bağlılarını. İşte maklubenin ölümcül sırrını paylaşmak istiyorum sizinle..."
Ben devam ediyordum ki konuşmama reisin telefonu çaldı. Gözleri parıldadı karşı tarafın söyledikleriyle. Telefonu kapattıktan sonra "Mehmetçik Afrin'e girdi, Hamdolsun" dedi.
Sonra da dikkatli bir vurguyla sorusunu sordu;
"Ee. Söyle bakalım, neymiş maklubenin bu ölümcül sırrı?!"

FEHMİ DEMİRBAĞ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder